9 Ağustos 2010 Pazartesi

Gaz Yaptı


Kısa süreceğini de tahmin etmemiştim niye döndüm neler yazayım edeyim onu da bilmeden döndüm doğrusu. Döndüm madem biraz da değişiklik yapayım falan dedim. İyi mi ettim bilinmez. Yaz da bitti be allah... Bitti diyorum bitmeden çünkü ben bitiridim. Aman sonuç bekle tercih yap carttı curttu yaz mı oldu şimdi bu?
 Hani bana tatil? Hani deniz? Hani eğlence? Peeh hepsi tırt oldu. Bu yazın tek farkı da bu yıl yaz bitimi okul başlamıycak en azından lise hayatım sona erdi. Özleyeceksin diyenler oluyor sıkça kimileri diyor aramazsın bile üniversitedeki ortamı gördükten sonra. Neyi ararım bilinmez de. 
 Ben blogun şeklini şemalini değiştirdim ama bende değişen birşeyler yok. Hala Teoman dinliyorum, hala her naneye gülüyorum, hala of çok sıcak denildikten sonra o iğrenç espri sanılabilen daha sıcak olucak sözlerini ardından getiriyorum. Yani ben hala aynı ben. Yaz bana bi ders vermedi. Hani kimileri böyle gelir bazı şeyleri sonlandırır sonra işte döndüm ama ben eski ben değilim gibilerinden bi kafalara girerler ya işte o çok yapmacık oluyor. O değişim klavye de kalıyor yani.
 O zaman napıyoruz? Bana eşlik ediyoruz günün şarkısını da teoman'dan gündüz tarifesi olarak ilan ediyorum.  Balans ve Manevra'yı izlemeden ölmeyelim. 



12 Mayıs 2010 Çarşamba

Hisseli Harikalar

yani evet bi kaç haftadır yokum. ama boş da durmadım hani. elde ettiğim gözlemlerim var benim... hayatımızda olup aslında anlam vermiş gibi yapıp hiç de bir anlamı olmayan şeyler gibi mesela:


pişti, satrançtan ne eksiği var. piştileri rakibinizin burnunda ve zaman zaman dişetlerinde yaparsanız, pekala bir savaş oyununa dönüşebiliyor.
filtre, sigaranızın en tatsız kısmı. ama buna da şükür, ya orlondan yapılmış olsaydı?
trafik polisi, trafik lambasının, kırmızı ışıkta gecenlere ya da sarı ışıkta dikkat etmeyenlere ''sstiyeaaaa! hayyy ne! '' diyememesinin doğurduğu üniformalı bir sonuç
deve, doğup büyüdüğü topraklardan petrol fışkırıyor ama parayı hep Arap götürüyor.
ekmek, gerçekten de kutsal olsa, öğütülmüş ve pastorize edilmiş hali diğerlerinden farklı dururdu. allahaşkına sifonu cekmeden dönüp bir bakın. bir fark göremiyorum, ya sen?
çatal, dört değil de beş sivri ucu olsaydı Semra Özal ve diğer tüm insanlık şişman olabilirdi.
anüs, alnımızın ortasında veya ne biliyim sol yanağımızda felan olsaydı ayıp olmaktan çıkar, belki de altıncı duyu organımız olurdu.
süt, ineğe yapılan mastürbasyonun çocuk sağlığına bu denli yararlı olması hem garip hem de mide bulandırıcı.
opera, ne kadar sinirlenirse sinirlensin hiçkimse küfreden bir tenoru ciddiye almaz. halbuki aynı tonda olmasına rağmen bekçi düdüğünden herkes tırsar.
matematik, marketten paramızın üstünü almak için on altı yıl okula gideceğimize, iki yıl karate kursuna gitseydik bakkalda bu paranın çok daha fazlasını alırdık.
gözyaşı, dedimiz üzülünce de sevinince de akan bir şey bence inandırıcılığını yitirmiş. bakınız sümük öyle mi sadece nezle olunca akıyor. ne tutarlı.
sakızı, kulakları sağır olan birinin yanında çiğniyorsak, unutmayalımki karşımızdaki insana acı ve ızdırap bir de sinir bozukluğu veriyoruz. onu soru işaretlerine boğuyoruz. biraz daha dikkat!
teğel, dediğinde geçici dikiş haa.. eğilince adamın götü ortaya çıkıyor.
stereo, vardı hani ya bile bile sobe yani. oğlum kapa şu hoparlörden tekini, ceyran yapıyor. zihnini üşütcen salak!
yara bandının kullanım alanı çok kısıtlı yahu. beyin ameliyatlarında, reglden önce ve idamlardan sonra pek iyi sonuç vermiyormuş.
şeker, insana enerji verdiğini söylüyorlar da tabii ki yalan! enerji verseydş, kalorifer kazanlarında dosya değil toz şeker yada ne biliyim lokum falan yakarlardı büyüklerimiz.
çifte standart, maçlarda hakeme ''ibn*eeeee!'' diye bağrılabilir de duruşmalarda hakimlere ''oğlaaan!'' bile denemez.
başörtü, saçla birlikte beyni de örtüyor. beyin terlerse kütle kaybeder. olayda kasıt var dikkat!

yani benimde işte gözlemlerim bu yönde gerisi teveccühünüz efendim..

22 Ocak 2010 Cuma

Ne gece, Ne gündüz

Bugün ne yapmalı? bugün eğlenmeli, gülmeli. Evet bi mutluluk var içimde herşeye herkese . Pilates topları gibi zıp zıp zıplamak lazım. İçimde bitmeyen, bi türlü tüketemediğim bir enerji var. Nefret ettiğim yağmur bugün güneş gibi geliyor. Şemsiyem ters dönmüş, banane! Varsın ıslansın saçlarım. Elele tutuşup koşalım asfaltta, kaçıralım otobüsü, yürüyelim eve dek. Yorulduğumuzda kalıverelim olduğumuz yerde. Yağmurda hasta da olalım.Annem kızsın bana. Umrumda değil. Yarın güneş batıdan doğsun. Dünyanın sonu gelsin, banane! Biz yine atlayalım dalgalara. Su yutalım, sabunla. Ağzımızdan baloncuklar çıksın kelimeler yerine. Toplayalım ne kadar defter kitap varsa bi kibritle ateşe verelim. Ağzımızdan dumanların çıktığı bir gün ısınalım o ateşte. Sonra ateş bitsin korları kalsın, bakıp üzülelim ateşimiz sönüyor diye. Kurumuş yaprakları başıma saç benim, öyleki mutlu olayım. Gece olsun, gündüz olsun farketmez. Ayı bulutların gizlediği gece, sokak lambaları ay olur bize. O sokak lambalarının altında dans edelim bide. Kulaklığın biri ben de , diğeri sen deyken. Bitince dünyanın son günü uyuyup kalıverelim yine birlikte, ve hep aynı rüyayı görelim biz yine.

14 Ocak 2010 Perşembe

'' Mazeretim vaar, asabiyim ben! ''

Yağmur o kadar şiddetli ki eve gelene kadar adeta montumu deldi. Saatin geçliği gözbebeklerimi kocaman yapmışken bi kaç söylemek istediğim varmış gibi yazıyorum buraya. Aslında var, evet. Ama yokmuş gibi davranmayı alışkanlık edinmişliğimden biriktiriyorum. Diş ağrısı beynimin içinde bi matkap gibi. Asabiyetim üzerimde, herkese sataşmak bi yana herşey batar oldu. Fısıltılı konuşmalar canımı sıkıyor.  fısıltıdan çok çığlık gibi geliyor. O kadar yorgun, halsizken bütün enerjimi toplayıp bi yumruk patlatabilecek kıvama gelebilirim adeta. Hatta klavyeyi de parçalayabilirim. Ondan önce burayı terk etsem iyi olacak. cut.

8 Ocak 2010 Cuma

eskiden daha bi'güzeldi

 Bir zamanlar çocukluğun verdiği saftriklikle kendime dair saptamalarım vardı. Mesela o zamanın aklıyla televizyon bana çok olağanüstü gelirdi. Yayınlanan kliplerin herbirini canlı zannederdim. Üstelik bir o kadar da şahane gelirdi, şaşırırdım her seferinde nasıl oluyorda aynı hareketleri birebir yapıyorlar vay anasını... Geçen alt yazıları ise  ekranın altında renkli bir kurdele var ve üzerindeki çeşitli yazılarla televizyonun üzerinde dönüyor zannederdim.
 Michael Jackson ise bildiğin gözümde büyümüştü. En parlak dönemlerini geçirdiği sıralarda adını her yerde duyduğumdan olsa gerek; M.J. kafamda adeta bir devlet büyüğünün ünvanı gibi oturmuştu. Her ülkenin bir Michael Jackson'ı var diye sanırdım. Saçmalığa bak, öğrendiğimde hayallerim suya düştü.
 Çaya bisküvi batırmayı  keşfeden ilk insan sanıyordum kendimi 5-6 yaşlarında. O haz başka birşeydi benim için.
O bisküvi artık çayın içinde  beklete beklete ilk imal edilirkenki hamur haline dönüşene kadar dururdu, sonra da içine löp diye düşmesini beklerdim. Nedendir vazgeçtim, artık sevmez oldum hatta o yumuşaklıktan iğrendim. Kimbilir hala seveniniz vardır.
  Kollarından ve etek uçlarından boncuklar sarkan t-shirtler ne kadar modaydı. Bir de onu giyip kımıl kımıl boncukları hareket etsin diye sağa sola koşuşturmak, hop hop hoplamak, zıp zıp zıplamak... Annem ise onu pokahantasın yöresel kıyafeti gibi gördüğünden hiç hazetmiyordu.
 Kafası vanilya kokulu, pembe saçlı lahana bebeğimi buldum geçenlerde bodrumda. Zamanında dudaklarına pembe pastel boyadan ruj, gözlerine tükenmez kalemle makyaj yapmışım, sokak kızları gibi olmuş zavallı. Gözüme pek bi sevimsiz geldi şimdilerde eskiden yanımdan ayırmadığım lahana bebeğim.
 Ama yine de herşey eskiden daha bi hoştu, daha bi eğlenceliydi.

4 Ocak 2010 Pazartesi

95 Oktan


 Bir ara gözümü kapadım. sonra açtım halının desenleri sadeydi ama o an karmaşıklaştı. ilerde gece mavisi bir kitap vardı. bir yerden tanıyordum ama? dedim. kitabın ayracı anımsattı inceden. Sıkıldım. Kapatıyorum gözlerimi. Niye yere uzandım onu da anlamadım ya. tepemde birileri mır mır birşeyler zırvalıyor. bak yine binbir hücre konuşmaya başladı beynimde.birisi diyor ki kendince, sen hep tarafsızdın savaşlarında. Ne savaşı? Neler diyor? laf yetiştirecek mecalim yok. olmayacak böyle açacağım gözlerimi.
 Karşımda balkon demirleri, bahçemizde deniz varmış bizim. Köpeğimiz kulaç ata ata yüzüyor. '' Anne deniz yatağımız nerde bizim '' - annen yok ki evde- tabi ya!
 Şezlongda yatan kloş etekli hoppa kız, Zelda Fitzgerald'a benzemiyor mu? oha saçmalıyorum, yanından geçemez. direncim düştükçe havada soğuyor. Aynı anda aslında hala halıda uzanmaktayım. Nihayet biri kahve getirmiş. Sıcakmış ama elim yanmıyor. Dumanlarından bazen değişik şekiller görüyorum, onlara dalmışken kahve zaten soğuyor. halının kafamda oluşturduğu desenleri bitti ama bu kez altımda kayıyor sanki.
 Işığı söndürdüler. Hiç kimse kımıldamıyor. Birkaç kişinin ayaklarını görüyorum. Birinin soket siyah birinde pembe efektli mefekli... diğerleri uzakta sezemedim. Vücudum uyuşurken göz kapaklarım ağırlaşıyor.
 ( Tümü onun dönüşünden önce toplandığımız son gece 95 oktanlık halimizden olmuş. Kibrit çaksalar patlarmışız. bunu ancak gerçekten uyanabildiğimde öğrendim.)

Sarı Sandalye

Yazımın başlığı niyetine sarı sandalye diye yazdım az önce, yazma sürecindeyim. ama pekala yeşil sandalye diye de yazabilirdim. çünkü oturmuş sarı sandalye adlı yazıyı yazdığım yerde sarı sandalye falan yok görünürde.  üstelik yeşil sandalye de yok. bu yüzden hayal ettiğim kadarıyla yazıma modellik edecek sarı sandalye, yeşil sandalye yok.
Toplayayım isterseniz şöyle:
Sarı sandalye ya da yeşil sandalye yazıyor olmam, söz konusu sandalyenin varlığını kanıtladığı falan yok. yazdıklarımı geçerli kıldığı da yok. dünyada bir yerde gerçek bir sandalye olabilir, bir de hayali bir sandalye... İkisi de sahiden sarı ve yeşil olabilir. Ama ister sahici ister sanal olsunlar. İkisi de şu mübarek kıçımı birinden birinin üstüne oturtamazsam beş para etmez.