22 Ocak 2010 Cuma

Ne gece, Ne gündüz

Bugün ne yapmalı? bugün eğlenmeli, gülmeli. Evet bi mutluluk var içimde herşeye herkese . Pilates topları gibi zıp zıp zıplamak lazım. İçimde bitmeyen, bi türlü tüketemediğim bir enerji var. Nefret ettiğim yağmur bugün güneş gibi geliyor. Şemsiyem ters dönmüş, banane! Varsın ıslansın saçlarım. Elele tutuşup koşalım asfaltta, kaçıralım otobüsü, yürüyelim eve dek. Yorulduğumuzda kalıverelim olduğumuz yerde. Yağmurda hasta da olalım.Annem kızsın bana. Umrumda değil. Yarın güneş batıdan doğsun. Dünyanın sonu gelsin, banane! Biz yine atlayalım dalgalara. Su yutalım, sabunla. Ağzımızdan baloncuklar çıksın kelimeler yerine. Toplayalım ne kadar defter kitap varsa bi kibritle ateşe verelim. Ağzımızdan dumanların çıktığı bir gün ısınalım o ateşte. Sonra ateş bitsin korları kalsın, bakıp üzülelim ateşimiz sönüyor diye. Kurumuş yaprakları başıma saç benim, öyleki mutlu olayım. Gece olsun, gündüz olsun farketmez. Ayı bulutların gizlediği gece, sokak lambaları ay olur bize. O sokak lambalarının altında dans edelim bide. Kulaklığın biri ben de , diğeri sen deyken. Bitince dünyanın son günü uyuyup kalıverelim yine birlikte, ve hep aynı rüyayı görelim biz yine.

14 Ocak 2010 Perşembe

'' Mazeretim vaar, asabiyim ben! ''

Yağmur o kadar şiddetli ki eve gelene kadar adeta montumu deldi. Saatin geçliği gözbebeklerimi kocaman yapmışken bi kaç söylemek istediğim varmış gibi yazıyorum buraya. Aslında var, evet. Ama yokmuş gibi davranmayı alışkanlık edinmişliğimden biriktiriyorum. Diş ağrısı beynimin içinde bi matkap gibi. Asabiyetim üzerimde, herkese sataşmak bi yana herşey batar oldu. Fısıltılı konuşmalar canımı sıkıyor.  fısıltıdan çok çığlık gibi geliyor. O kadar yorgun, halsizken bütün enerjimi toplayıp bi yumruk patlatabilecek kıvama gelebilirim adeta. Hatta klavyeyi de parçalayabilirim. Ondan önce burayı terk etsem iyi olacak. cut.

8 Ocak 2010 Cuma

eskiden daha bi'güzeldi

 Bir zamanlar çocukluğun verdiği saftriklikle kendime dair saptamalarım vardı. Mesela o zamanın aklıyla televizyon bana çok olağanüstü gelirdi. Yayınlanan kliplerin herbirini canlı zannederdim. Üstelik bir o kadar da şahane gelirdi, şaşırırdım her seferinde nasıl oluyorda aynı hareketleri birebir yapıyorlar vay anasını... Geçen alt yazıları ise  ekranın altında renkli bir kurdele var ve üzerindeki çeşitli yazılarla televizyonun üzerinde dönüyor zannederdim.
 Michael Jackson ise bildiğin gözümde büyümüştü. En parlak dönemlerini geçirdiği sıralarda adını her yerde duyduğumdan olsa gerek; M.J. kafamda adeta bir devlet büyüğünün ünvanı gibi oturmuştu. Her ülkenin bir Michael Jackson'ı var diye sanırdım. Saçmalığa bak, öğrendiğimde hayallerim suya düştü.
 Çaya bisküvi batırmayı  keşfeden ilk insan sanıyordum kendimi 5-6 yaşlarında. O haz başka birşeydi benim için.
O bisküvi artık çayın içinde  beklete beklete ilk imal edilirkenki hamur haline dönüşene kadar dururdu, sonra da içine löp diye düşmesini beklerdim. Nedendir vazgeçtim, artık sevmez oldum hatta o yumuşaklıktan iğrendim. Kimbilir hala seveniniz vardır.
  Kollarından ve etek uçlarından boncuklar sarkan t-shirtler ne kadar modaydı. Bir de onu giyip kımıl kımıl boncukları hareket etsin diye sağa sola koşuşturmak, hop hop hoplamak, zıp zıp zıplamak... Annem ise onu pokahantasın yöresel kıyafeti gibi gördüğünden hiç hazetmiyordu.
 Kafası vanilya kokulu, pembe saçlı lahana bebeğimi buldum geçenlerde bodrumda. Zamanında dudaklarına pembe pastel boyadan ruj, gözlerine tükenmez kalemle makyaj yapmışım, sokak kızları gibi olmuş zavallı. Gözüme pek bi sevimsiz geldi şimdilerde eskiden yanımdan ayırmadığım lahana bebeğim.
 Ama yine de herşey eskiden daha bi hoştu, daha bi eğlenceliydi.

4 Ocak 2010 Pazartesi

95 Oktan


 Bir ara gözümü kapadım. sonra açtım halının desenleri sadeydi ama o an karmaşıklaştı. ilerde gece mavisi bir kitap vardı. bir yerden tanıyordum ama? dedim. kitabın ayracı anımsattı inceden. Sıkıldım. Kapatıyorum gözlerimi. Niye yere uzandım onu da anlamadım ya. tepemde birileri mır mır birşeyler zırvalıyor. bak yine binbir hücre konuşmaya başladı beynimde.birisi diyor ki kendince, sen hep tarafsızdın savaşlarında. Ne savaşı? Neler diyor? laf yetiştirecek mecalim yok. olmayacak böyle açacağım gözlerimi.
 Karşımda balkon demirleri, bahçemizde deniz varmış bizim. Köpeğimiz kulaç ata ata yüzüyor. '' Anne deniz yatağımız nerde bizim '' - annen yok ki evde- tabi ya!
 Şezlongda yatan kloş etekli hoppa kız, Zelda Fitzgerald'a benzemiyor mu? oha saçmalıyorum, yanından geçemez. direncim düştükçe havada soğuyor. Aynı anda aslında hala halıda uzanmaktayım. Nihayet biri kahve getirmiş. Sıcakmış ama elim yanmıyor. Dumanlarından bazen değişik şekiller görüyorum, onlara dalmışken kahve zaten soğuyor. halının kafamda oluşturduğu desenleri bitti ama bu kez altımda kayıyor sanki.
 Işığı söndürdüler. Hiç kimse kımıldamıyor. Birkaç kişinin ayaklarını görüyorum. Birinin soket siyah birinde pembe efektli mefekli... diğerleri uzakta sezemedim. Vücudum uyuşurken göz kapaklarım ağırlaşıyor.
 ( Tümü onun dönüşünden önce toplandığımız son gece 95 oktanlık halimizden olmuş. Kibrit çaksalar patlarmışız. bunu ancak gerçekten uyanabildiğimde öğrendim.)

Sarı Sandalye

Yazımın başlığı niyetine sarı sandalye diye yazdım az önce, yazma sürecindeyim. ama pekala yeşil sandalye diye de yazabilirdim. çünkü oturmuş sarı sandalye adlı yazıyı yazdığım yerde sarı sandalye falan yok görünürde.  üstelik yeşil sandalye de yok. bu yüzden hayal ettiğim kadarıyla yazıma modellik edecek sarı sandalye, yeşil sandalye yok.
Toplayayım isterseniz şöyle:
Sarı sandalye ya da yeşil sandalye yazıyor olmam, söz konusu sandalyenin varlığını kanıtladığı falan yok. yazdıklarımı geçerli kıldığı da yok. dünyada bir yerde gerçek bir sandalye olabilir, bir de hayali bir sandalye... İkisi de sahiden sarı ve yeşil olabilir. Ama ister sahici ister sanal olsunlar. İkisi de şu mübarek kıçımı birinden birinin üstüne oturtamazsam beş para etmez.